Yazılar

8 Şub 2018

Tripıl Delilik

Bana muzların da özgür iradesi olduğu söylenseydi, hiç istemezdim babamdan yana yakıla pazara gittiğimizde almasını. Ama o yaşta kulağımıza çalınan söylentiler bunun tam aksini iddia ediyordu. Fakat kim dedi yaklaşık yirmi yıl kadar sonra bilmiyorum özgür iradeleri hakkındaki söylentileri. Belki de yalandır. Her şeye olduğu kadar buna da çabuk inanmamı mı sorgulamalıyım yoksa, bilmiyorum.

Deniz karşımda öylece duruyorken  -çarşaf çarşaf, sakin sakin, ılık ılık, kadirşinas kadirşinas- bir anda durup kıyıya yakın suyun üzerinde duran karabatağa, "bu inziva bana göre değil." dedim. Kendisinin pek ilgilendiğini sanmıyorum. Zira kendisi derinliklere dalmış, aç karnına yüzgeçli bir aş arıyordu. Dolunay ışığı altında, mehtap varken hele, o bütün manzaralara hiç aşık olamayacak bir vaziyette, karanlıktaki karabataklara kendileri de batmaya alışıkken seslenmemi es geçemiyorum. Bu halde bir hal var. 

Yıldızlar şehri... Sen yalnız benim için mi parlıyorsun?
Yıldızlar şehri... Burada görebileceğimden çok daha fazla şey var.

Kim bilir?   Bu yeni ve güzel bir şeye başlangıç mıdır,
Ya da yine gerçekleştiremeyeceğimiz yeni bir hayale?

Kulağımda çınlandı saatlerce ağzımdan çıkan güzel lirikleri. Bütün o arşivciliğimin ustalık dönemi eserlerini, bilgi ve belge bölümlerinde tez diye okutulacak o başarımı iki dakikalık bir şarkıyı dinlerken yok etmem daha büyük bir yangın değil midir, koca İskenderiye'deki kütüphaneyi yakandan?! Öyle de yaktı gitti geri dönüşü hiç olmayacak bir şekilde.

Deniz karşımda öylece duruyorken -biraz dalgalı, biraz hırçın ama çok değil- bir anda karşıda yanan gemiler gördüm. Dünyanın yuvarlak oluşunu kanıtlar şekilde, önce dumanı sonra da yanan ahşap gövdesi gözüktü. Yavaş yavaş bunun bir gemi değil, kocaman büyük bir donanma olduğunu anladım. Geri dönmeyecek şekilde yanarken gemiler, kim olsa isyan ederdi.

Bana da mı yaptın 'Tarık bin Ziyad'?!
Yaktın gemileri de ne oldu!

Beni iki saat boyunca yalnız bırakmayan martıya seninle çok iyiyim biliyor musun, buradayken bile iyiyim demek istiyorum. İyi ki varsın demek istiyorum; ama üç gün sonra hayatımdan çıkarmayacak olmamdan emin olmak da istiyorum. Kötü olur çünkü o. 

Bu sahilde geçirdiğim iki saat boyunca kâh benimle olan, kâh olmayan karabatağa seninle olsak çok güzel olurdu aslında, bakardık birbirimize. ben sana yuva verirdim, sen bana balık yakalardın falan demek istiyorum. Ama zaman doğru değil, ben burada nöbet tutarken sen denizlerde salınacaksın falan olmayacak deyip daha güzel olabilecek bir triple deliliğe zarar vermek istemiyorum lafını ekleyip yapıştırmak istiyorum.

Hiç sanmıyorum ama buralara yüzüp gelirse bir deniz kaplumbağası, ona hep çok tatlısın demek istiyorum. Böyle birden çok söyleyip daha çok gelmesini sağlamayı istiyorum. O kadar zorlu yollardan, sulardan, okyanuslardan binbir çabayla gelmesine rağmen ona soğuk davranıp sonra da bu soğukluğumun vicdan muhasebesini sen de bir saat geç geldin ama diye gidermek istiyorum. 

Sait Faik öyküsü gibi hişşşşşşşttt hiişşşşşşşşşşt diye seslensem -gizli gizli değil üstelik- dönüp bakar mı acaba uzakta yanan Tarık bin Ziyad'ın gemilerinin içinde sıkışık kalmış o triple deli?! 

Rodrigo de Triana'nın yenilen haklarının hesabını sormadan, kendisine yapılan bu haksızlığın peşine düşecek kadar incelikten yoksun bir adam mıdır, bu tripıl deli?! O da görseydi yeni karayı ilk, bağırsaydı Rodrigo gibi tierra, tierra diye onun hakkını yerlerdi muhakkak. Ama modern insan sana biraz haksızlık yaptığımı düşünüyorum diye içini temizleyebiliyor. Kristof Kolomb düşünemezdi o ilkellikle bunları. Rodrigocuğum sana biraz haksızlık yaptığımı biliyorum.

Deniz karşımda öylece duruyorken -dalgalar artmış, kıyıdaki komutanın teknesine vura vura incitmiş halde- ben aynı şarkıyı söylüyordum. 

Bir insanın gözlerindeki bakış gökyüzünü aydınlatacak.
Dünyayı açıp onu gerçek kılacak.
Bunu söyleyen o ses,
ben orada olacağım
ve sen iyi olacaksın.

Bana muzların da özgür iradesi olduğu söylendiği an bütün o çocukluğumda söylenen yalanlara kin kustum. Oysa bana söylenseydi muzların da özgür iradesi olduğunu, yana yakıla ağlamazdım babam pazarda almadığında. Usulünce gider konuşur seni alabilir miyim muz kardeş derdim. O da olur derdi muhakkak. Kandırılmak hiç hoş bir şey değil.

Bir deveye denk geldiğimde wish you were here demeyi de bırakıyorum. Develerle artık yaşamıyorum.

Ama yine de,
how i wish, how i wish you were here
we're just two lost souls...



(...) Sıcak, naif, umut dolu (...)


22 Eyl 2015

Sıra dışı bir yazın ortasında, Antik Liman'ın taşları üzerinde oturmuş kıyıdaki taze ölü deniz kaplumbağasına bakarken saçma sapan bir şarkı geldi aklıma. Beynimde o şarkı çalarken, dişlerimle ritm tutuyordum baterist hesabı. Bu dünyadaki en sevdiğim hayvandı deniz kaplumbağaları. Laf arasında söylemenin kimseye bir zararı yok.Ve onun taze ölmüş bedeni, kafamda bangır bangır çalan şarkıyı detone eden bir unsur olarak karşımdaydı.

O günden beri onun neden ölmüş olduğunu düşünüyorum ve de insanların nasıl o orada yatarken denize rahat rahat girebildiğini.

Sonra yıllar sonra, bir ölü çocuk bedeninin deniz kenarında yattığını gördüm. Bütün dünya ile birlikte.. Sonra başka bir fotoğrafta arkada balık tutan insanları gördüm.

Aylan öyle orada yatarken balık tutabilen insanları... Her insanın kötü insan olma potansiyeli aklıma geldi.

Bazı insanların zamanı var, durup ince şeyleri anlamaya. Ama onlar kaba ve kötü olanları anlayıp, geri kalan hiçbir şeyi umursamıyorlar.

İnsanın kötülüğü ile ilgili bir şeyler yazmak istiyorum. İçim almıyor.

2 Eyl 2015

faytkılabın gökdelenleri

"tüm hakkı tarafımdan üç kuruşa alınan ve her biri peynir ekmek ile itinaylen gümletilen
hasadı gelmiş düşüncelerim koy verip de terk eylemiş beni.
kopası bağcıklarımın, ben hareket edecek iken, bağlanası tuttu.
o lanet arabanın fırdöndü ciklesi, şehirler arası yolun ortasında kendini koyvermiş. kumpas kurmuş bir soğuk ağustos sabahında. azrailime ferman getirmiş."

kürt çocukları, ermenisiz kalmış bir eski ermeni mahallesinin küçük bir sokağında gecenin 2'sinde oyun oynuyor. malum şahıslar 'sabah işe gidecez' diye çocuklara bağırıyor. bir başkası da ona bağırıyor. bir diğeri de ona..
herkes birbirine bağırıyor.
ortada bir cümbüş var.

ben evde yokken, evdeki iki küçük kuş peşin sıra ölmüş.
odamda dolabın üstüne yuva yapan kuşu da ben kovdum.
'bir kuşun yaşayamadığı yere yuva denmezmiş' diye bir şey söylemiştir belki ananem, bilmiyorum. sallamayayım şimdi.

"tüm sorgulanması tarafımdan üç vakte kadar ertelenmiş olması gereken eski kararlarımın, beyne hücum edesi tuttu. hasat vakti de geçmiş oysa ki, dallarında çürümüşler hepsi.
yıkılası dünyanın yıkılması gereken binalarının yıkıla yıkıla tepemizi buluşunun sıkıntılara gark etmiyor oluşu da hoş kafaymış. tuttum bunu."

insan çökmesin, kuşlar nefes alsın, dedeler acı çekmesin, arkadaşlar üzülmesin.
arkadaşlar iyidir, hoştur.

eski bir fotoğraftaki gülüş kadar taze kalası hoşlukta hem de.

"uzunluk aldatmasın sizi,
güçlü olmayabilir büyük olanlar..
faytkılaptaki gökdelenler mesela.
bir istekle yok olurlar,
ya da bir isteksizlikle.
bir amaçla,
bir amaçsızlıkla.
bir kendini koyvermişlikle,
ya da bütün bir adanmışlıkla."