Yazılar

22 Eyl 2015

Sıra dışı bir yazın ortasında, Antik Liman'ın taşları üzerinde oturmuş kıyıdaki taze ölü deniz kaplumbağasına bakarken saçma sapan bir şarkı geldi aklıma. Beynimde o şarkı çalarken, dişlerimle ritm tutuyordum baterist hesabı. Bu dünyadaki en sevdiğim hayvandı deniz kaplumbağaları. Laf arasında söylemenin kimseye bir zararı yok.Ve onun taze ölmüş bedeni, kafamda bangır bangır çalan şarkıyı detone eden bir unsur olarak karşımdaydı.

O günden beri onun neden ölmüş olduğunu düşünüyorum ve de insanların nasıl o orada yatarken denize rahat rahat girebildiğini.

Sonra yıllar sonra, bir ölü çocuk bedeninin deniz kenarında yattığını gördüm. Bütün dünya ile birlikte.. Sonra başka bir fotoğrafta arkada balık tutan insanları gördüm.

Aylan öyle orada yatarken balık tutabilen insanları... Her insanın kötü insan olma potansiyeli aklıma geldi.

Bazı insanların zamanı var, durup ince şeyleri anlamaya. Ama onlar kaba ve kötü olanları anlayıp, geri kalan hiçbir şeyi umursamıyorlar.

İnsanın kötülüğü ile ilgili bir şeyler yazmak istiyorum. İçim almıyor.

2 Eyl 2015

faytkılabın gökdelenleri

"tüm hakkı tarafımdan üç kuruşa alınan ve her biri peynir ekmek ile itinaylen gümletilen
hasadı gelmiş düşüncelerim koy verip de terk eylemiş beni.
kopası bağcıklarımın, ben hareket edecek iken, bağlanası tuttu.
o lanet arabanın fırdöndü ciklesi, şehirler arası yolun ortasında kendini koyvermiş. kumpas kurmuş bir soğuk ağustos sabahında. azrailime ferman getirmiş."

kürt çocukları, ermenisiz kalmış bir eski ermeni mahallesinin küçük bir sokağında gecenin 2'sinde oyun oynuyor. malum şahıslar 'sabah işe gidecez' diye çocuklara bağırıyor. bir başkası da ona bağırıyor. bir diğeri de ona..
herkes birbirine bağırıyor.
ortada bir cümbüş var.

ben evde yokken, evdeki iki küçük kuş peşin sıra ölmüş.
odamda dolabın üstüne yuva yapan kuşu da ben kovdum.
'bir kuşun yaşayamadığı yere yuva denmezmiş' diye bir şey söylemiştir belki ananem, bilmiyorum. sallamayayım şimdi.

"tüm sorgulanması tarafımdan üç vakte kadar ertelenmiş olması gereken eski kararlarımın, beyne hücum edesi tuttu. hasat vakti de geçmiş oysa ki, dallarında çürümüşler hepsi.
yıkılası dünyanın yıkılması gereken binalarının yıkıla yıkıla tepemizi buluşunun sıkıntılara gark etmiyor oluşu da hoş kafaymış. tuttum bunu."

insan çökmesin, kuşlar nefes alsın, dedeler acı çekmesin, arkadaşlar üzülmesin.
arkadaşlar iyidir, hoştur.

eski bir fotoğraftaki gülüş kadar taze kalası hoşlukta hem de.

"uzunluk aldatmasın sizi,
güçlü olmayabilir büyük olanlar..
faytkılaptaki gökdelenler mesela.
bir istekle yok olurlar,
ya da bir isteksizlikle.
bir amaçla,
bir amaçsızlıkla.
bir kendini koyvermişlikle,
ya da bütün bir adanmışlıkla."

10 Ağu 2015

Bu Çocuğu Dans Pistinden Alın

Bir şey yapmıyorduk aslında. Bir düğün salonunun dans pistinde daire biçiminde durup, ortamızda oynayanları alkışlıyorduk. Her gelinin olduğu gibi, bu gelinin de oynamaktan sırılsıklam olmuş eniştesi vardı. Ve ben gözlerimi bu adamdan bir an bile ayıramıyordum. Yüzündeki bu eşsiz ama yapay mutluluğun ve bunu doğuran sebeplerin ne olduğuna dair derin düşünceler beni ortamdan koparıyordu.
Neyse ki müzik kesildi ve takı merasimi için ara verildi.
O an omzuma balyoz gibi ağır bir el indi. 'Laan napıyon kardeşiiiim' sesinin sahibine bakmaya çalışırken, başka bir el sol kulağıma parmağını soktu. İşte o an lisedeki ortalık malı çocuğu haline döndüğümün resmiydi.
O ezikliği, özgüvensiz, çekingen halleri bünyeme geri getiren o eski iki ses peşlerinden gitmemi salık verdi ve gittim. Liseden arkadaşlığım olan Ali ile Neşet iyi ama boş çocuklardı. Anladığım kadarıyla bu boşlukları otuzlarına yaklaşmalarına rağmen dolmamıştı.
Düğün bahçesinin otaparkına gittiğimizde bütün bir lise kitlesinin, eski arkadaşların orada olduğunu gördüm. Yarısının elinde yarım bardak viski, damadın şerefine kadeh kaldırıyorlardı. Yüzüme yerleşen gülümseme, beni gördüklerinde bir çoğunun verdiği yüksek nidalı sevinç tepkisini görünce ebleh bir kahkahaya dönüştü.
Artan beyaz saç sayımız kadar, birbirimize duyduğumuz özlem ve neler yaptığımıza dair meraklarımız da artmıştı.Ortamda da en merak edilen bendim. Son beş yılımı, geçen işsiz ve depresif zamanları atlayarak, güzel yaşanmışlıkları da es geçerek anlattım. Yarım bardak viskiyi shot yaptım ve sonucu söyledim: 'altı aydır memurum.' 'Vaay kardeşim hayırlı olsun' sesleri eşliğinde, şerefime bi yudum daha içildi. Shot beni yine kurtarmadı.
Takı merasiminin bitmek üzerine olduğuna dair içeriden bilgi gelince, topluca salona dönüldü. Kültürümüzün nereden geldiği belli olmayan sıkıcı düğün konsepti devam etti.
Genç şantörün davetiyle, damadın sadıçları gecenin son çiftetellisi için piste çağırılınca üzerime alınmamayı düşünmüştüm, nafile bir çaba olduğunu koluma girip sahneye çekilmemle anladım.
Korg marka orgundan çıkarttığı, yapay elektronik davul zurna sounduyla sadıçları coşturan tıfıl şantörün tiz sesiyle oynamaya hazır şekilde buldum kendimi. Vücudum kendince göbek atma figürleri gösterse de, gözlerim 'lütfen dans pistinden bu çocuğu alın' diye yalvarıyordu.
'Vaay be lemur oldun demek Can' dedi, karşımda benim tersime şıkır şıkır oynayan Levent.
'Ne, ne lemuru lan!' diye bağırdım. Kahkaha ile karışık 'Memur lan memur' diye bağırdı.
'Haa evet ya oldum valla' dedim.
Hareketlerini yavaşlattırıp biraz daha yaklaştı ve
'Olum biz yıllarca uğraştık, olamadık. Bak babamın yanında dükkana bakıyorum. Hayat ne acayip ya.. Aramızda en son memur olacak biri varsa, o da sendin.' dedi ve bi kaç saniye damata doğru göbek atıp ekledi: 'bohemdin olum sen, Teoman gibi adamdın yav'

Ben? Bohemlik? Teoman olma sorunsalı?

Korg marka orguyla bir şantör, elektronik tonda davul zurna sesi eşliğinde türkü söylerken ve biz bir dans pistinde fıtır fıtır göbek atarken söylüyordu bunu.
Bir anda ortama yabancılaştım. Hiçbir şey anlamlı gelmedi bana. Boğulmaktan kurtarırcasına kendimi dışarı attım. Kendimi sağlıklı yaşam derdine uzak durduğum, eski aşkım malbuşa saldım.
Nasıl olmuştu bu? Nasıl böyle olmuştum? En sıradan ve düz bir insanın bile fark edebildiği şeyi ben nasıl fark edememiştim?!!

Nasıl olmuştu ve hangi yollardan nasıl evrilmiştim de bu yola girmiştim? Oysa ben, 30. yaş günümü 30 eski sevgilimle kutlayacaktım. Bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim. Henüz geç değildi.
Tek sorun kalan iki yılda, 26 yeni sevgiliyi nasıl bulacağımdı.

Sigarayı içmeden geri attım ve hızla salona geri koştum. Düğünün bitiş halayını umursamadan içinden geçip, halay başına ulaştım. Elindeki mendili zorla alıp, kendimi ortamdaki tek örgütlü yapının lideri ilan ettim. Şaşıran bir kaç göze ve halayın devrik lideri olan terli eniştenin kızgın ifadesine hiç aldırmadım.

Ben? Bohemlik? Teoman olma sorunsalı?

Hiç sanmıyorum.
Ne demişler, 'imaj her şeydir, gerçeklik hiçbir şey..'

Yarın da bohem olabilirim.


13 Nis 2015

erabsos

"bak assos'a gittin, her şey güzelleşti" dedi
bi daha gidemeden bitti.

ondörtnisandünyahayalkırıklığı günümüz kutlu olsun!

5 Nis 2015

Bırakın da Yaşayalım

Kaç gündür aklımda, yazacağım.. Yazamadım.
Başladığım bu yeni hayat beni değiştirmez, geliştirir umuyordum. Okuduğum kitapların sayısı elbet artardı; ama ben hep ben kalırım sanıyordum. Yeni insanlarla tanışacağımı, onlar sayesinde tazeleneceğimi ve bu tazelik sayesinde okuduğum her yeni kitapta, izlediğim her yeni filmde, tattığım her yeni yemekte farklı bir şey bulacağımı sanıyordum.
Bulamadım.
Kaldım yine eski sallangaç bir çamaşır makinesinin bende yarattığı titreklik halinde.
Yeni penceremin pervazında bütün gün konuşlanıp keyif yapan güvercinin, gün sonunda temizlemem için paketleyip bıraktığı dışkısının yeşilliğine bakışta, iyi günler özlemini içime sigara dumanı gibi çekişte kaldım.

Düne dair bildiklerim değişiyor. İnsanlara dair umutlarım azalıyor. Bütün güzel şeyler, iki saatlik kötü şeylerin reklam arasına sıkışmış sanki. Her yeni bir güzel, gelecek olan üç kötünün habercisi oluyor. Kendimdeki bu değişime bakıp bakıp dertleniyorum. Alışkanlıktan ötürü içkiye, sigaraya sarılıyorum. Onlar da bana hastalık getirmekten ziyade, hiçbir fayda sağlamıyor.

O arkadaşım da hala intihar etmeyi düşünüyor.

Raftaki kitaplar arasında bütün haşmetiyle duran Nazım'a baktım beş dakika önce. Destan'da ne güzel yazmış insanları.
"Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar. ve kahreden ve yaratan ki onlardır, destanımızda yalnızca onların maceraları vardır."

Onun iyi ve kötü halleriyle sevdiği o insanlar yok artık. Sait Faik'in gidişine dertlendiği o kuşlar gideli de çok oldu. Toprak ananın saçlarını giderek daha az görüyoruz. Sait Faik gelecekteki çocuklar için endişeliydi öyküsünde. Evet o halinden endişelendiği çocuklar tam olarak biz oluyoruz. Biz de gelecekteki çocukların daha da kötü olmasından endişe ediyoruz.

'Endişe ediyoruz; öyleyse varız.'

Sokaklarında kadınların yakıldığı 'erkeklik', kendinden olmayanın yok edildiği 'faşistlilililik', anlamsız eylemliliğinde kendileri dahil herkesi boğan 'solcucucuculuk', rakip takım otobüsünün şoförünü kurşunlayıp koca bir takımın denize uçup ölmesini isteyen 'fanatikçiçiçiçilik', öğrencilerinin önünde öğretmeni azarlayıp, onur-kalp ekseninde ölüme sebep olan 'valiliiliillliililik'.. Batsın, her biri ayrı ayrı batsın!

Milyarlarca yıldır bu dünya, bu evren, bu yaşam vardı. Biz yoktuk. Şurada kozmik takvimin saniye derecesinde küçük bir yaşamı olan naif insancıklar, hayvancıklar, bitkicikleriz. Onu yaşayıp yine yok olup, yokluğa karışacağız..

Rahat bırakın, bırakın da yaşayalım.


yirmiikinisanın ilk saatlerinde gelen edit: orhan yakışmamış lan bu yazının sonuna

24 Oca 2015

Geçmişten Hatırama Bütün Fizikselliği İle Bir Anda Gelen Bir Küçük Foşkurtma

Tam zamanında geri geldi bana depresyon hırkam. Sefa geldi.

Akşam 10'da uyanıp, evdeki bütün bilgisayarlar aile fertleri tarafından işgal altındayken kahvaltı yapıyorum ne zamandır. Tek eksik kaybolan hırkamdı. Geri geldi, tam olduk. Sefa geldi.

Üç yıldır neredeydin diye sormadım. Kullanılmayan bir valizde olduğunu biliyordum. Unutmuşum sadece. Gizli kalmış hatıramda. Hatırama bir anda geldi. Sefa geldi.

Konu bu olmamalıydı ama bildiğin pöykürerek yazıyorum, düşünerek değil. Öylece bahseder oldum.

Akşam 10'da uyanınca, o malum insanın 'son görülme'sine bakmak pek bir anlamsız geliyor. Genellikle de 1 dakika önce görülmüş oluyor. Öyle ki normal bir insan gibi olsaydım, sabah kalkıp bakmam ve "aaa bugün sevişmemiş, erken uyumuş" gibi bir cümle kurmam gerekirdi.

Neyse, gerek yoktu. Hoş oldu.

Yeni yılın ilk stalkerı ben değilim. İlk olamam.

Bütün gece sessizlik içinde oturup, sabah uyanan aile fertlerini karşılar oldum nice günlerdir. Uyanır uyanmaz uydu sistemindeki en berbat alevi türkü kanalını bulup, en dandik gurbetçi alevi gençlerin yaptığı en ipe sapa gelmez türküler eşliğinde kendini iyi hisseden babam için kahvaltı hazırlıyor muyum? Tabi ki hayır. Kulağımı sikmesini hoş göremem. Yine de bazen yumurta yapmamı istediğinde benden, hayır demiyorum. O da yaptığım gastronomi bölümlerinde ders diye okutulacak nitelikteki sahanda yumurtamı, türünün en dandik örnekleri olan türkülerle gümletiyor. Nice zamandır.

Yalnız, harbiden de tam zamanında bana geri gelmiş depresyon hırkam. Kendimi iyi hissediyorum.

'Çamaşır makinesinin huzursuz ve dingin, romantik heyecanlı depreşimleri..' gibi bir benzetme yaparak yazılar yazdırmıyor en azından bana. Gereksiz ve öylesine yazılar yazdırıyor.

Adımdan utandığımı belirttiğim yazı pöykürmelerim, sigaramı içerken kapattığım sağ gözümü ortama meze ettiğim püskürtmelerim, eski olanları yad ettiğim gereksiz hoşurtmalarım ve güzelce yapıp sevdiceğime yedirdiğim patlıcan oturtmalarım... Hepsi burada, belli zaman aralıkları içerisinde hatırlanmakta ve yad edilmekte.

Hepsinde bu hırkam vardı üzerimde.

Sefa geldi.