Yazılar

26 Mar 2013

Sebepsizce, Sahte Olanın Üzerine

Merhaba efendim. Kim olduğumu sormayınız, merak etmeyiniz, sabırsızca yerinizde tepinmeyiniz. Hali hazırda  sebepsizce yazıyorken bu yazımı, kim olduğumu bu yazının son cümlesinde öğrenebilirsiniz. Gözünüz yazının son cümlesini arar oldu, biliyorum. Sonunu merak ettiğiniz romanlar gibi değil bu yazı. Başı, sonu değil önemli olan muhtevası...

Övünmeyi bilemezdi biri. Mütemadiyen mütevazı olduğunu söylerdi. Sanırdı ki herkes onu kıskanır, en çok da sınırsız ve de eşsiz olan mütevazıliğini. Köpeğe ekmek atmak mütevazılik, sokaktaki çocuğa şeker vermek aynı, sigarasız bir berduş isterse sigara, hemen çıkarıp vermek de öyle!..  Hep böyle sandı. Mütevazı olmakla övünmenin mütevazı olmasını engellediğini fark edemedi. Sahteliği ile sürüp gitti yaşamı.

Yaşamayı bilemezdi ikincisi. Konserve kutularından kendisine bir dünya yaratmıştı. Ellerini günde en az yirmi kere yıkardı. Sanırdı ki herkes onu kıskanır, en çok da sınırsız ve de eşsiz olan titizliğini. Kendisinden önce birisinin kullandığı kumandayı ıslak mendillerle dezenfekte etmek titizlik, iyi temiz arkadaş seçmek de aynı, pis alkolik bir berduş yanına yaklaşırsa sokakta, hemen kaçıp uzaklaşmak da öyle!.. Hep böyle sandı. Kaçınmanın, görülmeyen şeylerden korkmanın yaşamasını, iyi yaşamasını engellediğini fark edemedi. Kendini dışa kapatan sahteliği ile sürüp gitti yaşa(ma)masını.

Konuşmayı bilemezdi üçüncüsü. Yazılara, yazdıklarına, okuduklarına kendisini kapatmıştı. Somut olan her şeyi odasında kendi soyut dünyasına çeviriyor, hepsini kendince anlamlandırmaya çalışıyordu. Soğuğu hissetmez, üstüne çekmeden yorganın üstünde uzanır tavandaki fosfor yıldızların ışıltısına dalıp gecenin sabahla kırıştırdığı vakitlerde uykuya dalardı. Sanırdı ki kimse onu anlamaz, kimse onun gibi dünyalara dalıp gitmez, kimse hayata, en ufak bir ayrıntıdan onun çıkarıp bulduğu gibi anlamlar yükleyemezdi. Hep böyle sandı. Yazabildiği ölçüde hiç bir zaman konuşmadı. Böylece sürüp gitti yaşamını.

----
Sokakta olabildiğince ötekileştirilmesiyle var olan bir berduş olduğumu düşünün ve de öylece dinleyin beni. Sigara istediğim bir vakit, bunu sizden gelen bir lütuf olarak algılamayacağımı bilmenizi isterim. Kadere inanırım ben, bu yüzden sizin bana bir tane sigara vermek için orada bulunduğunuza inanırım. Eğer sokaktaki o berduşsam, bakmayınız bu kadar pis ve paspal göründüğüme. Sokakların filozofuyum ben.

Sokakta oynayan bir çocuk olduğumu düşünün. Annemin, çocuk tecavüzcülerinin kol gezdiği bu zamanda, herhangi birinden şeker almamamı öğütlediğini ve eğer yaparsam başıma kötü bir şey geleceğini düstur ettiğini düşünün. Daha doğrusu bilin! Eğer sokakta oynayan ve sizin şeker verdiğiniz çocuksam, şeker verip de anne düsturu ile tadı en güzel olan o şeyin çelişkisi içine sokmayın beni. Kuşkucuların ve merakçıların şahı da olsam kanım anne sözünün dediğinin tersini yapmaya akar; ama emin olamam.

Son bir sözüm vardır ki o da şudur: " Kendi kayıplarınızda aranılmakta olduğunuzu düşünüyorsanız beyim, ya da hanımefendim, eminim ki bu kaybolma avuntunuz içinde var olduğunuz boşluktan ileri gelmektedir.  Dolun ve de doldurun. Eğer her gece yorganın altında değil de, üstünde uzanıyor ve de karanlıkta tavanda parlayan fosforlu sahte yıldızlara dalıp uykuya dalıyorsanız, çıkın! Çıkın içine kapandığınız odanızdan beyim, ya da hanımefendim. Çıkın ve hemen dibinizde bulunan gerçek tepelerden gerçek ışıltıları, güzellikleri izleyin.Sonra da gelin, bu öğütleri kendi kendinize vermişsiniz gibi aynada kendinize teşekkür edin. Çünkü ben bir berduş değilim. Filozof asla değilim. Ben, ben değilim. Ben sizim."

5 Mar 2013

02.25

kendimi arıyorken olmaktan utandığım yerdeyim. bilgisayar sandalyesindeyim.
herhangi bir ofisten çalınıp eve getirilen cinsinden. hani buram buram memur götü kokan.
arada bi' 360 derece dönüyorum eğlenceli olsun deyü.
şu ana kadar pek bir randıman alamadım.

1949-1

    Dağınık odası gibi dağınık ilişkileri var. Lakin bu konuda hep bir muhaliflik taslar. "Ben aradığım şeyi buluyorum ya, gerisi mühim değil." der hep kasılıp kasılıp. Dağınık yerleşimlerin genellikle Doğu Karadeniz'de olduğu söyler ortaokuldaki milli coğrafya hocaları. Zaten Karadenizliliği ile de pek bir övünür. Sorsan bir güzel de cevaplayamaz 'nedir düzene karşıtlık'. Tek cevabı "sıkıyorsa onlar da bulabilsinler dağıttıkları bu yerde sevmedikleri o düzenin yerine kendi istedikleri düzeni." olabilir; fakat uzun cümleler kurmaya engel onun için ortaokuldan eğitimi terk edişi.
     Bu birinci şahıs bu giden geminin kıç kısmında ikamet etmekte şu anda. Geçmişte bıraktıklarına mı içleniyor dersin, çekerken sigarasından bir nefes. Olamaz, zira duygusallık muhteviyatını ergenliğinde dışarı boca eden bu şahıs bunun sebebi olarak da herkese yüzüne kapatılan ilk kapıyla gönlünde müşteki olan bir kızdan bahseder. Dağınık odası kadar dağınık olan insan ilişkileri işte bu zaman başlamış dediğine bakarsak.
      Bir diğeri ise suskun. Yani suskun derler ona. Susmuş zamanın birinde, sebebi her ne olmuşsa. O geminin sancak tarafında durur. Elleriyle güverte korkuluğuna dayanıp, gözlerini gökyüzüne diker. Bir kaç saniye sonra da kapatır. Belki de 2 saat hiç mi hiç açmaz. Sen gider bütün işlerini halledip, elinde içkin dinlenmeye gelirsin, hala onu orada o vaziyette görürsün. Denizin ortasında martı da bulunmaz, neyi dinler dalgadan başka diye düşünürsün. Onun dinlediği, senin dinlediğin olur. Hangi şey, hangi neden birisini bu kadar susturur, bu kadar başka aleme götürür bilemezsin. Bütün bu sebeplerden gemimizin en nadide insanıdır. Sancak tarafının üst güvertesi kuşlarla ona kiralıdır.
      Martıların şehri var uzakta. Bu yolculuğumuz boyunca ona gitmeye çalışacağız. Ona koşacağız denizi yara yara. Oranın bir şairi var. Balıkla dost, rakıyla dost. Bakamamıştır geminin ardından; biz yetişmeye çalışacağız ona. Artık elimizden ne gelirse.