İnternette "Sevmek Zamanı" için güzel bir yazıyı alıntılamak istiyorum.
Film üzerine Doğu- Batı aşk anlayışı,
varoluşsal yaklaşımlar, psikolojik yaklaşımlar olmak üzere pek çok yorum
yapılmıştır ancak burada niyet, filmi ameliyat etmek değil; hissetmek
zamanıdır. Günümüze yabancıdır belki bu hissiyatın tadına varmak;
evinize girdiğinizde sizin resminizi dalmış şekilde izleyen bir adam,
öylece oturmuş bakıyor. Kötü niyet beslediğini düşünerek irkilir insan.
Eser, gerçek olmayan bir zamanda gerçekleşiyor gibi görünse de aslında
izleyicisini sahte kılarak kendini gerçekleştirir. Şimdi bir an olsun
Halil ve Meral’in ilk karşılaşması için filmin içine girelim. Klasik
özdeşleşmede filmi yabancılaşmadan uzak ve Halil’le birlikte bir o kadar
yakın bir an olsun orada olduğunuzu hissederseniz; elimi uzatsam ve
Sevmek Zamanı’nın kalbine denk düşsek…
Düşünün ki bir adam sizin resminize âşık
olmuş, ya da o adamsınız ve resme aylar boyunca gelip bakmışsınız.
“Siz” ve “O” olmak zamanıysa bizim yaptığımız, biri sizin resminize
bakıp aylarca onunla vakit geçiriyor. Oraya ilk girdiğinizde o zarif
karşılaşma kadar gerçek değildir belki dünya, belki gerçek olan da o
zarif karşılaşmanın ta kendisidir. Ya da Halil olarak gerçek dünyanın
çelişkisini, ikiyüzlülüğünü istemiyorsunuz. Bir resme takılı kalmak
değildir kasıt, aşkın değişmezliğidir. Meral olarak sizi bu durum
şaşırtıyor ve o duruma âşık olmaya başlıyorsunuz. Batı’daki gibi dâhil
olmak ya da dâhil olmasını arzu ediyorsunuz. Halil olan siz, dışarıdaki
aşk arayışlarından çok daha tutarlı olan kendi dünyanızda yaşamak
istiyorsunuz. Tüketim toplumunda bunun pek yeri olmadığı âşikar ama bir
düşünsenize Halil’in istediğini; “resmin bana ilgiyle bakıyor ve hep
bakacak”. Bundan daha güzel bir şey var mıdır size hep ilgiyle bakan ve
bakacak olandan daha sevmek isteyebileceğiniz… Bu bir sanallık
içermiyor, “belki ellerimi bırakırsın” korkusu da yaşamaktan kaçmak
anlamına gelmiyor aslında… Halil bu ya ebedi aşkın, sevmenin derdine
düşüyor. O karelere bakarak biz de her seyrettiğimizde hayal kırıklığına
uğramıyoruz. Bir film ilk seyredişinizden sonra tekrar izlediğinizde
de defalarca hep aynı sonla biter. Biz mi gerçeğiz yoksa “Sevmek Zamanı”
mı…
“Her gün, daima öğleden sonra
oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır,
fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı
zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde
durduğum ‘Kürk Mantolu Madonna’yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya
kadar orada bekliyordum.”
Raif Efendi- Kürk Mantolu Madonna/ Sabahattin Ali
Bir de Raif Efendi var, muhteşem Raif
Efendi… Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sına baka kalan… Onun
için Sevmek Zamanı, 1943′te başlamış. Surete âşık olma teması ile ilk
akıllara gelen eserlerden birinin başkahramanı. Halil gibi bir resme
bakakalan, yıllar sonra Halil’de başka bir halini hissettiren… Halil’in
resmi sevmesinden uzun yıllar sonra ise Wong Kar-Wai “Aşk Zamanı” ile
gelip içinize işliyor ama Sevmek Zamanı’ndaki resme duyulan aşk, Wong
Kar Wai’nin “Eros” alı filmdeki dokumasında tekrar akla düşüyor.
“Eros”ta, sevdiği kadına dokunamayan bir terzi, diktiği elbiseyle bağ
kuruyor onunla; Halil’den farklı olarak “oymuş gibi” ve Halil’e benzer
olarak dış dünyaya uyumlanmaktan çekinmeyi hissettiriyor. Wong Kar-Wai
her filmini şiirsel bir dille aktardığı için terziliği de şairane
oluyor. Dokunma isteği, bir sahneyle ona dokunmadan gerçekleşiyor.
İstanbul’a, “Tûtî-i mu’cize-gûyem”e,
yağmurun iki insanın arasına yağmasına, ayakkabıyı çıkarıp karda
çamurda yürümeye bakakalmaktır sevmenin zamanı. İzlediğinizde bazen
sadece replikleri duyarsınız, bazen de görüntüleri… Kimi zaman sesini
kısıp görüntüleri akar boşlukta… O an bu satırları kaleme alan kişi için
filmin her karesine, Batı’nın aşkı adına Songs: Ohio’nun “The Lioness”
albümü, doğunun aşkı içinse Tanburi Cemil Bey eşlik edebilir. Sevmek
Zamanı ise ışıkları kapatıp dalıp öylece izlemek için başucunuzda durur.
Sevmenin zamanına âşık olana dostça ve iyilikle bakar ve ebediyen
bakacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder