Yazılar

26 Ağu 2011

ağustos gerçekleri

haşlanmış patates yemesi zorunlu bir hastaydı ve yatıyordu yirmibeşgündür bu yatakta. hastane yemekleri belli ki canını sıkmış. özlüyordu zeytinyağlı dolmaları. geçenlerde iç geçirdiğini görmüşler. "ah köyümün üzüm yaprakları, şimdi ne güzeldir toplaması." demiş, gökyüzünde günden güne daha dik ışık veren güneşe dikkat kesilerek. gün ısıdı, aylardan ağustos oldu. ve bugün her senenin bugünü gibi bütün güneşler sıcak ve bütün yapraklar güzeldi...

yanı başında kıvranıyordu bir sokak köpeği. yaralı gibi bir hali var; fakat ortalıkta kan yok. ağlamaktan bitap düşen köpekcik yere yığıldı birdenbire. ne yapacağını bilemedi çocuk. annesinin bakkala giderken, geri getirmesini tembillediği para üstleriyle aldığı aburcuburları arkadaşları da sebeplenmesin diye dış kapının merdiven altında tıkınmakla meşguldü. derken bu köpek arkadaşlarını buraya çekebilirdi. köpeği kovmaya karar verdi. hoşt dedi sessizce; köpek gitmiyordu. daha sonra köpekçiğin sırt derisine yapışık midesini görünce köpeğin sorununun açlık olduğunu anladı. elindeki tüm yiyecekleri köpeğe bırakıp gitti. şekerlemeleri de...
gün ısıdı, aylardan ağustos oldu. ve bugün de bütün çocuklar yardımsever ve bir sokak köpeği kördü...

tanımıyordu onu. tanımıyordu o güzel sarıya çalan saçlarını. daha doğrusu herşeyini biliyordu onun; ama yüzyüze hiç konuşmamışlardı. her ne kadar fotoğraflarına bakıp hoşlansa da, kızın daha çok hali, tavrı ve konuşmalarını değerli kılan birikimi çekmişti ona kendisini.
şu ana kadar kendisini umut sarıkaya'nın bir karikatür tiplemesi olan "meriç" yerine koymuştu. bi meriç olarak, sürekli aşık olduğu kızın yaşadığı hayal kırıklıkların "ağlama melis" diyerek savuşturarak geçirdi. adı meriç olmasa da o tam bir meriçti. en klasik repliği "üzülme, sana daha iyileri layık"di. hep o daha iyisinin kendisi oluşunu düşlerdi. ama o da ne yapsın, gerçekten bütün melisler çok tatlıydı. yüzüne bakmaya doyamayacağın bir melis'e karşı nasıl arkadaşça hislenilir ve dostluklar edinilebilinirdi. melis'ler tarafından sürekli yaslanılacak bir omuz görevinden bir gün istifa etti. bununla birlikte artık, o bir meriç değildi. çivi çiviyi söker hesabı başka bir kızı arar durdu. böylece unutabileceğini düşündü. fakat hep karşısına melisler çıktı ve bütün melisler hala can alıcı derecede tatlıydı.
derken bir gün onunla tanıştı. tanımıyordu onu. tanımıyordu o güzel sarıya çalan saçlarını. daha doğrusu her şeyini biliyordu; ama yüz yüze hiç konuşmamıştı. günler boyu, sabahlara kadar sohbet etti onunla. her şeyini anlattı; ama daha çok dinlemeyi sevdi. o anlattıkça dinledi, o daha da çok anlattıkça o daha da sevdi. kız ona, kendini cahil hissettirmişti. ama bundan hiç bir zaman gocunmadı. umursamadı bile. çünkü bu engin birikimli kızın ne anlattığını hiç bilemedi. ses tonu onu büyülemişti. ses tonunda tipini bile çizmişti onu hayal dünyasında. o kız tam bir ceren'di. evet kesinlikle bir ceren'di. sarıya çalan renkte uzun dalgalı saçları, ve bal rengi gözleri vardı. biliyordu ki bütün ceren'ler böyle bir güzellikteydi.
bu yeni kız melis'i unutturmuştu, evet meriçlik artık çok uzaktaki bir mertebeydi onun için. mutluydu, ama ne olduğunu kendi de bilmiyordu.
evet, kış bitmiş. bahar kendini göstermeden bizi yazın kavuruculuğuna atmıştı. gün ısımış, ısımış ağustos olmuştu. güneş her daim öğlen 12 dikliğinde, ense kökümüzü pişiyordu. gerçekler ise hiç değişmiyordu.
bütün güneşler sıcak, bütün yapraklar güzel, bütün çocuklar yardımsever, bütün melisler tatlı, bütün cerenler güzeldi.
bir köpek de kör...


14 Ağu 2011

kesilmemiş bilet

kaç kişi var adımdan dünyada
ve sen kaç tanesini tanıyorsun..
gelince bu ad hep aklına,
yüzde kaçında beni düşünüyorsun...
adım:
adım bir onikieylül ürünü
adım bir tiki insanı...
adım bir izmir çocuğu,
ve adım asla değil bir güneydoğulu...
adım bir faşistin türküsü.
adım bir insanı anca kendi kadar sevebilenlerin sevdiği...
ve adım olabilir herhangi dandik bir ismin arka takımı,
ve sen bu adı ne kadar düşünebilirsin ki?

boşver, kesilmesin adımın yanından sana bir bilet...


13 Ağu 2011

Altı Kaval Üstü Şeşhane Yazı

Yatağımın ters tarafından kalkmak istedim. Hem de binlerce kez...

Rahatsız uykularımın güzel kaçışında, o en birinci kalkma anında, solumdan uyanmayı beceremedim. Düzden gitmeye alışmış olan bu koca ayaklarım, doğalında tülden battaniyemden çıkarak üşütüyor bedenimi. Kalkıp en yakın aynaya koşmak bir ritüeldi sabahları benim için. Fakat, her gün gülen bir yüzle aynaya bakmaktan yorulmuştum en sonunda.

Aynanın en az buğulanmış kıyısına dalarken buharlanıp kaybolmak istedim. Hem de binlerce kez...

Sıcak su buharının yarattığı yüksek nem basıncında, o en nefessiz anımda, buharlanıp kaybolmayı beceremedim. Düzden nefes almaya alışmış olan solunum sistemim, doğalında gün boyu çekilen dumanların kuşatmasını kırmaya çalışıyor. Sosyal duyarlılık sahibi kanalların, gecenin dört buçuğunda verdiği sosyal sorumluluk kampanyası reklamlarındaki insanlar kadar yalandım. Bir kaç çeşit manipülasyon ustasının en üst derecede bir voltran oluşturmasıyla meydana geldim ben. İçtiğim sigaranın bile manipülatif malzemesini oluştururum. Ateşsiz kaldığımda da kandırdım sigaramı, elektrikli ocakta yakarak. Şimdi ise upuzun bir mutfak çakmağı ile yakıyorum "gold american" tütünü. Sürekli kandırsam da bana her daim sadık kalan bu laneti içerken aklıma takılır nedense hep: Ben neden DVD rafındaki hiç izlenmeyen film, ve yahut ben neden gaza gelerek başlanıp dördüncü sayfada terk edilen bir kitap...
...Olamadım.

Her evin DVD koleksiyonunda bulunan, saygı duyulmasına rağmen hiç izlenmeyen bir film olmak istedim. Hem de binlerce...

Fakat ben neyim? Bu kadar şey dedim de ben neyim?
Yatağımın hep istenen yerinden kalktım. İyimserdim, güldüm hep.
Aynalar çatırdardı; ama güzelliğimden değil. Hiç de güzel değildim ben. Güzel zannettiler, aldattım.
Düz yolda yürüdüm, küçücük bir çukur bile aldatamadı beni. Ben de hep memnun gözüktüm bundan.
Okulda, işte, arkadaşlıkta, sevgililikle ve sevişmelikte...
Ben bir Kazım'dım ve de karpuz kesmek lazımdı. Lazım olanı yaptım.
Yalanım varsa şu olayım demeyeceğim, bir çok yalanım var.
Ama ben bir Kazım'ım... Klaksonun sesine ürken bir bırtım ben. Kesmekse lazım olan; yetişir sana benim gibi bir Kazım.

Evet, güzel dostum. Binlerce kez istedim ben ters taraftan kalkmayı, binlerce kez diledim buharlaşıp gidip kaybolmayı. Bir DVD rafında rahatsız edilmeden durmayı...
Fakat ben global bir kitap satıcısındaki "Dönüşüm"üm. Yaradanım vasiyet ettiyse de yakılmamı, ben hala hayattayım. Ve de her daim yalan bir gülüşle...