Yazılar

18 Ara 2011

Bir İleri, İki Geri

Sıcaktı her zamanki gibi temmuz ayı. Saatli maarif takviminden günler, aylar, yıllar birbir düşse de, o yaşta hiç de ilerlemiyor gibiydi zaman. Büyümenin olabildiğine olan yavaşlığı içi kavuruyor ve bir an önce baban gibi olmak istiyordun. "Oku oku da baban gibi eşşek olma" öğüdü ağır basmıyor, okumak her bir şeyin önemine göre en alt sıralarda yer alıyordu. Bir sıcak temmuz ayının serin bir gecesinde, sahilde, şezlongda uzanarak yıldızlara bakıyorduk.

10 sene geçmemiştir sanırım. Üniversite sınav maratonu bitmiş ve de dinlenmek fırsatı bulamadan kendimi iş ve çalışma ortamında bulmuştum. Bacasız sanayimizdeki yüz binlerce vasıfsız elemandan biri olmak için yollara dökülmüştüm. Sonu hayırlı olmasa da güzel olan günlerde eski şeyler tabi ki insanın peşini bırakmıyordu.

Çocukluktan kalma yakın bir arkadaşımla yoldaşlık ettiğim o günlerde, antre vakitleri hariç sadece geceleri dinlenebiliyorduk. O zamanlarda da yaptığımız tek şey, plaja gidip şezlonglara uzanmaktı. Herkesin elini eteğini çekip, kendini diskolara attığı o zamanlarda en sessiz ve en güzel yer orasıydı çünkü. Sercan'ın astronomiye merakı yüzünden en başlı konu yıldızlar oluyordu. Bir de Ufoları unutmamak gerek. Bir kaç gün sonra sıkılmaya başlamıştım; fakat olabildiğince ayak uydurmaya çalışıyordum.

Artık günler günleri kovaladıkça bu muhabbet sıkmış ve ben de dinliyormuş gibi yaparak başka şeylerle uğraşıyordum. Telefondaki aynı mesajları tekrar tekrar okumak gibi.. Derken aklıma o geldi. Nerede, neler yaptığını o kadar çok merak ettim ki. 1.5 sene olmuştu görmeyeli ve 18 yaşındayken de 1.5 sene büyük bir zaman dilimiydi. Önce telefon numarasını aklıma getirmeye çalıştım. Ama son iki numarayı o zaman olduğu gibi yine karıştırdım. Emin olamadığım için ikisine de aynı mesajı atmayı düşündüm. Mesaj olabildiğince sabit olacaktı. "Ben şu, seni şu şu şu nedenlerle merak ettim, iyi misin hoş musun, nice misin" tadında hoş samimi ve köylü candanlığıyla olacaktı. Bu arada da Sercan anlattıkça anlatıyor, ben de arada ona "he, he" "aaa, öyle mi" diye cevap veriyordum.

Bir kaç dakika sonra mesaj kutuma iki mesaj birden düştü. İlkinde "pardon, tanıyamadım"; ikincisinde ise "İsminizde çok arkadaşım var. Kimsiniz" diye yazıyordu. Ben de numaramı silmiş olmasının sinir bozukluğu ile ikisine de "sanırım, bir yanlışlık oldu" yazdım ve bir daha da mesaj atmadım.

Sercan'ın uzay hikayelerinin heyecanına kapılıp, bir ay daha geçirdikten sonra, eylüle varmadan işten ayrıldım. Takvim yaprakları arkası sıra düşerken süpürge, faraş ortalığı temizlemek gerekiyordu değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder