Yazılar

29 Eyl 2012

Bilet Satıcısı

Yatağında uzanmış, gözlerinin açılmasını bekliyordu. Oysa ki göz kapakları baskılara direnip, uykuya geçme amacının başarıyla tekrarlanmasını sağlamak amacıyla birbirlerine iki sevgili gibi sarılmışlar açılmıyorlardı. Mutfaktan ona yönelen bir sesi işitti. Çocuksu bir koyverişle gülümsedi ve gözleriyle yaptığı mücadeleye geri döndü.. Mutfakta kendisine peynirli, domatesli tost yapan annesinin oğlunun kahvaltıya geç gelmesinden hoşlanmayacağını düşünerek gözleri kapalı bir biçimde iki dirseği üzerinde doğruldu. Nefes aldı, attı içine açık pencerenin ciğerlerine ısmarladığı taze ilkbahar kokusunu. "Güzel bir gün olacak; ama hızlı olursam." diye düşündü ve göz kapaklarını son bir çabayla birbirlerinden ayırdı. Uzuvlarını kişileştirme oyunu oynardı kendi kendine kaldığı zamanlarda, bu yüzden her güne gülümseyerek başlayabiliyordu. Bu güzel ilkbahar sabahının oyuncuları ise göz kapaklarıydı.

Göz kapakları gülümsetti belki; ama mutfakta onu bekleyen şeyin gülümseteceği mutlak değildi. Yarım saattir mutfakta onu bekleyen annesi oldukça kızgın olmalıydı. Mahmur bedenini bu sebeple aceleyle banyoya sürükledi. Lavaboda mini bir havuz varmışçasına, terlemiş yüzünü musluğun altına soktu. Mavi bantlı musluğu açarak soğuk suyu yüzüne ve saçlarına boca etti. Artist bir şekilde kafasını aldırıp, aynaya baktığında olduğundan daha seksi gösteren aynası, bu kez dilenci veya köy delisi gibi gösteriyordu. Böyle çıkamam dedi hışmını suyu boşa akıttığını fark ettiği musluktan çıkardı. Bazen, kendi kendine ve evle baş başa kaldığı zamanlarda, eşyaları kişileştirme oyunu oynardı. Bu kişi sevmediği bir insan veya kendi yenemediği egosu olurdu. Bu güzel ilkbahar sabahının taze düşmanı ise kendine bile hayrı olmayan küçük mavi musluktu.

Musluğa vurdu; fakat musluk sapasağlam duruyordu. Bu durumda zarar gören ise sağ eli oldu. Sağ el tarak kemiğinde ağrı hissetti. Ağrıyı kesmesi için annesini çağırmaya karar verdi. Banyo kapısını sadece kafasının geçebileceği kadar bir mesafeye kadar açıp "anneeea" diye bağırdı. Çağrılarına karşılık alamayınca banyodan çıkıp mutfağa doğru yöneldi. Mutfağın kapısını açtığında kıllı, sakallı iki adam gördü masada oturan. İçlerinden biri çocuğun şaşırmış ifadesine aldırmayarak, umursamaz bir şekilde yanına çağırdı. Kahvaltıda ise ne annesi, ne de peynirli-domatesli tostu vardı. Yarı-demlenmiş çayı bile masada yoktu. Onun yerine üç sallamanın sallatıldığı süzme çaylar vardı. Çağrıya uyarak yavaşça yürüyerek sandalyelerden birine oturdu. "Abi....şey...eee.yumurta kırayım mı?. yer misin?" dedi genç olanı. Başını onaylar şekilde aşağı-yukarı salladı. Fakat hala durumu anlamaya çalışıyordu. İki tanımadığı insanın kendi evinde ne işi olabilirdi. Sorgulayacak zamanı olmadığı için kahvaltısını hızlı bir şekilde yapıp, gitmeyi düşündü. Süzülüp demlenmiş olan çayına iki şeker atarak başladı kahvaltısına. Çayın içinde eriyip giden şekerlere baktı uzun uzun. Karıştırmadan, erimelerini hızlandırmaya çalışmadan onları izledi. Bazı zamanlarda, hiç olmayacak nesnelerle telepati kurmak oyunları oynardı. Bu yüzden en can alıcı zamanlarda bile dalıp giderdi kimseye aldırmadan. Bu güzel ilkbahar sabahının telepatik nesneleri ise iki küçük kesme şekerdi.

Dalıp gittiği fark edildi elbet. Fakat uyarılar sonucu kendine geldi ve kahvaltısına devam etti. Bütün bu anlamsızlığın içerisinde hiç bir şey olmamış gibi kahvaltısını bitirip çantasını alıp dışarı çıktı. Doğruca evine yakın olan üniversitesinin kampüsüne doğru yol aldı. Kapıdaki güvenliğe öğrenci kimliği gösterip içeri girdi. Tiyatro oyununun oynanacağı sahnenin önüne gelip, standda beraber akşama kadar bilet satacağı arkadaşını bekler oldu. Onu beklerken de bilet koçanları düzenlemeye karar verdi. Daha iki koçanı düzeltip sarmamışken, arkadaşı yanında belirdi. Beraber salona girip stand masasını getirdiler. İki ağacın arasına da katlanmış bir biçimde duran oyunun adının yazdığı brandayı gerdiler. Haftasonu olduğundan kampüste az öğrencinin olması canlarını sıkmıştı. Oyuna az sürenin kalmasından dolayı gergindiler. Boş salona oynamayı kimse istemiyordu, bu yüzden ellerini çabuk tutmalıydılar. Arkadaşı şaklabanlık yaparak bilet satmaya çalışırken, o sessizce oturup koçanları masaya diziyordu. Tam koçanları yarılamışken, kendine yönelen birini fark edip başını kaldırdı. Ters ışıktan dolayı tam yüzünü seçememesine rağmen içinden bir ses tanıdık biri olduğunu söylüyordu. Uzun boylu, ince esmer kızdı. Kızın gülümseyerek verdiği selama "Merhaba" diye karşılık verdi tedirgin bir tonla. Bir iki saniye sessizce birbirlerine baktılar. Sessizliği ise kızın sözleri bozdu: "Geçen hafta oyun için bana fazladan bir bilet vermişsiniz. Oyundan sonra fark ettim. Birini geri getirdim."
"Fazladan mı?"
"Evet. Oyundan sonra sizi göremedim standda. Duran arkadaşa ise vermedim bir yanlışlık olmasın diye. Diğer kampüste olduğum için de haftaiçi getiremedim. Kütüphaneye giderken standınızı fark edince gelip geri vereyim istedim."
Şaşırmış ve bir o kadar da afallamıştı. Kız cevap alamayınca, bileti usulca masaya bırakıp kütüphaneye giden yola devam etti. Uzakta şaklabanlık yaparak bilet satmaya çalışan arkadaşı, kızı fark ederek koşa koşa standa geldi. "Hayrola, ne oldu?!" dedi panik bir halde.

Bileti alıp arkaşına gösterdi ve biletin üstündeki tarihi kastederek "Bu giden kız üç gün sonra oynacağımız oyunu izlemiş Onur." dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder